http://www.ekopolitik.org/public/news.aspx?id=4323&pid=4082
Başbakan Recep Tayip Erdoğan ABD’de Eylül sonunda düzenlenen G20 zirvesinde şunları söylemişti: “Sadece İran değil, İsrail de nükleer silaha sahip. O niçin hiç gündeme gelmiyor.” Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanın bu sözleri söylemesi Ortadoğu’nun nükleer silahlardan arındırılması konusundaki hassasiyetini göstermesi açısından önemliydi. Gerçekten de dünya kamuoyu her ne kadar İran’ın nükleer silah geliştirme çabalarına odaklansa da gözden kaçan ve Ortadoğu’daki barışı birincil olarak tehdit eden unsurlardan biri, İsrail’in sahip olduğu kimyasal-biyolojik-radyolojik silah kabiliyetleridir.
İsrail bulunduğu bölgede kendisini tehdit altında hissetmektedir ve bu his İsrailliler tarafından “varlık sorunu” olarak nitelendirilmektedir. Varlık sorunu İsrail’i nükleer silahlar edinmesi konusunda teşvik etmektedir. İsrail’in bölgesinde bir müttefikinin (dipnot: yakın geçmişte Türkiye ve İsrail’in müttefik olduğu değerlendirilmesi yapılmıştır) olmaması ve çevresindeki Arap ülkelerinin ve İran’ın askeri tehdidi altında hissetmesi; buna karşın bu tehdide cevap verebilecek yeterli insan gücünün ve coğrafi derinliğinin olmaması İsrail’i nükleer caydırıcılığı edinmesi konusunda motive edici bir etkisi vardır. Bunlara ilave olarak Saddam döneminde Irak’ın, Suriye ve İran gibi ülkeleri nükleer silahlar ve bunları taşıyabilecek balistik füzeler konusunda hevesli olması, İsrail’in nükleer silah programını devam ettirmesi yönünde kamçılayıcı olmaktadır.
İsrail’in nükleer silah edinme çalışmaları 1950’li yıllara kadar gitmektedir. 1. aşamada özellikle Fransa ve daha sonra İngiltere’nin desteğinde ilerleyen program, Fransa’nın Negev çölüne yapılacak nükleer santrale reaktör sağlaması ile önemli bir noktaya geldi. Fransa’nın İsrail’e olan teknik desteğinin 1950’lilerin sonunda çekmek istemeye başlamasına rağmen Fransa’nın teknik desteği 1960’ların ortasına kadar devam etti. İngiltere ise Negev- Dimona’daki nükleer tesislere tonlarca ağır su ve nükleer silah üretiminde kullanılacak kritik kimyasalları sağladığı bilinmektedir. Neticede İsrail’in 1960’ların ortalarında Dimona’daki tesislerde atom bombası üretebilecek kapasitede zenginleştirme işlemlerine başladığına düşünülmektedir. Bazı batılı kaynaklar İsrail’in 3. ve 4. Arap-İsrail savaşlarında nükleer silahlara sahip olduğunu söylemektedir.
İsrail’in nükleer ve diğer stratejik silahları ile olan bilgiler açık kaynaklarda oldukça sınırlıdır. Bu yüzden İsrail’in bu kabiliyetleri hakkında yapılacak bütün yorumların spekülatif yönü ağır basmaktır. Şu ana dek İsrail devleti nükleer silahlarının varlığını ne doğrulamıştır ne de reddetmiştir. Buna karşın batılı araştırmacılar bugün İsrail’in 100-400 arasında nükleer başlığa sahip olduğunu düşünmektedir. Bu tahminler İsrail’in Dimona nükleer santralinin plütonyum üretim tahminlerine göre yapılmıştır. İsrail nükleer, biyolojik ve kimyasal silahlar konusunda “belirsizlik” politikası izlemektedir. İsrail Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması’nı imzalamamıştır. Nükleer tesisleri tamamen denetim dışıdır ve kabiliyetleri bağımsız gözlemciler için tahminlerden öteye gidememektedir.
İsrail’in sahip olduğu bu nükleer başlıkları taktik ve stratejik amaçlarla kullanacağı bir doktrine sahip olduğu iddia edilmektedir. Buna göre İsrail:
a. Kendisine karşı yükselen askeri tehdide karşı önleyici saldırı,
b. Bölgede ortaya çıkabilecek nükleer güce karşı önleyici saldırıda bulunmak,
c. Kendisine karşı girişilecek bir konvansiyonel harbin kazanılamayacağının görülmemesi halinde taktik nükleer silahların kullanımı,
d. Kendisine gelebilecek nükleer-biyolojik ya da kimyasal bir saldırıya karşı caydırıcılık oluşturmak,
e. Diplomatik görüşmelerde avantajı elinde bulundurmak.
İsrail’in nükleer silahlarını hangi vasıtalarla kullanacağını incelersek:
a. İsrail Hava Kuvvetleri F-16C/D ve F-16I ile F-15I uçaklarında nükleer silahları taşıma kabiliyetinde olduğu bilinmektedir. Bu uçaklar ilave yakıt tankları ve İsrail’in sahip olduğu havadan yakıt ikmal kabiliyeti sayesinde 3000 km ötesine saldırı yapabileceği öngörülmektedir. İsrail’in serbest düşmeli (muhtemelen güdüm kitine sahip) 10-50 kt kuvvetinde nükleer silahlara sahip olduğu düşünülmektedir.
b. İsrail’in Soğuk Savaş döneminde topçu mühimmatı şeklinde nükleer başlıklar hazırladığı iddia edilmektedir. Bu kabiliyet İsrail tarafından kullanılmakta olan 160 mm havan sistemlerinde ya da çeşitli 155 mm çapındaki toplarında ya da GPS/INS güdüm sistemine sahip 150 km menzilli EXTRA roket sistemi ve 280 km menzilli LORA roket sisteminde halen sürüdürülüyor olabilir.
c. İsrail 1960’ların sonunda Fransa’nın desteği ile Jericho-1 isimli 500 km menzilli, 800 kg harp başlığı taşıyabilen ve 1000 m dairesel payına sahip olan bir balistik füzeyi geliştirdi. Bu füzenin 20 kt nükleer harp başlığı ve ya kimyasal silah harp başlığı ile donatıldığı iddia edilmişti. Bu füzeyi tıpkı Jericho-1 gibi çift kademeli katı yakıtlı bir balistik füze olan Jericho-2 füzesi takip etti. Jericho-2 füzeleri 1500 km’nin üzerinde bir menzile ve bir 1 tonu bulan harp başlığı taşıma kapasitesine sahipti. Jericho-2 füzelerinin konvansiyonel HE ve 1 megatona kadar nükleer harp başıkları ile donatılabileceği iddia edilmektedir. Jericho-1 füzelerinin tamamı inaktif iken İsrail’in silo konuşlu 90 Jericho-2 füzesini Tel-Aviv’in güneyindeki Zacharia hava üssünde tuttuğu düşünülmektedir. İsrail’in ayrıca mobil Jericho-2 füzelerine sahip olduğu iddia edilmiştir. İsrail yakın zamanda Jericho-3 isminde yeni bir balistik füze geliştirdiği bilinmektedir. 2 ya da 3 kademeli katı yakıtlı olan bu füzenin 2/3 MIRV’e (çoklu bağımsız atmosfer dönüşlü harp başlığı) sahip olacağı tahmin edilmektedir. Füzenin menzilinin 4500-6500 km arasında olduğu iddia edilmektedir. Eğer öngörüler doğru ise Jericho-3 füzesi varlığı ile İsrail’in nükleer darbe yeteneği İngiltere ve Fransa ile benzer seviyeye gelecektir.
d. İsrail Almanya’dan 1999 yılında 2 Dolphin sınıfı denizaltı satın aldı ve havadan bağımsız tahrik sistemine (AIP=Air Independent Propulsion) sahip 3 ilave Dolphin denizaltısının teslimatını beklemektedir. Bu denizaltılar bugün Almanya ve İtalya’da kullanılmakta olan U-212 denizaltılarının bir türevidir. Ancak İsrail Dolphin’leri U-212’de bulunmayan 650 mm’lik torpido kovanlarına sahiptir. 650 mm’lik torpido kovanlarının Dolphin sınıfı denizaltılara seyir füzeleri atma kabiliyeti sağlayacağı belirtilmektedir. İsrail’in bu denizaltılara Harpoon füzelerinde yapılan değişiklikle nükleer kabiliyet kazandırdığı iddia edilmiştir. Bir başka iddiada ise Popeye-3 olarak adlandırılan uzun menzilli seyir füzesinin Dolphin sınıfı gemilere konuşlandırıldığı yönündedir. Bundan birkaç yıl önce Amerikan resmi kaynakları, İsrail’in 1500 km menzilli seyir füzeleri geliştirdiğini ve bu füzeleri Hint Okyanusu’nda denediğini iddia etmiştir.
Görüldüğü üzere İsrail nükleer triadını tamamlamış gibi gözükmektedir. Havadan F16 ve F-15 uçaklarını yakın gelecekte stealth karekterleri olan F-35 uçakları ile destekleyeceklerdir. Jericho-3 füzeleri İsrail’e sadece Ortadoğu’yu değil, bütün Avrupa’yı, Rusya’nın önemli kısmını, ve Pakistan’ı kapsayan geniş bir coğrafyaya nükleer darbe yapma imkanı verecektir. İsrail’in denizaltıları İsrail’in sigortası olacak 2. bir nükleer saldırı dalgası yapma kabiliyetini sunabilir. Bu kabiliyet sayesinde İran ve Suriye’nin İsrail’in nükleer kaabiliyetlerini bertaraf edeceği senaryolarda bile İsrail bu denizaltılarla caydırıcılığını sürdürebilir.
İsrail’in nükleer programına Batı Avrupa’nın ve ABD’nin hiç itiraz etmemesi, İran’ın nükleer silahlar konusundaki hevesleri, potansiyel tehdit olan Pakistan nükleer silahları gibi çeşitli unsurlar göz önüne alındığında İsrail’in nükleer programından vazgeçmesi orta vadede düşük olasılıklıdır.
İsrail’in İddia Olunan Diğer Stratejik Kabiliyetleri
Hakkında net bilgiler olmamakla birlikte İsrail’in 1 mt gücünde termonükleer silah ürettiği iddiasının doğurduğu bir başka gerçek de bu tip bir silahın kullanılması durumunda ortaya çıkacağı elektromagnetik puls (EMP) etkisidir. İsrail’in bu tip bir başlığı atmosfer içerisinde patlatması durumunda birkaç bin km çapındaki bir alanda meydana gelebilecek EMP etkisi bu alandaki elektronik sistemlerin kullanılamaz hale gelmesi ile sonuçlanabilir. Bunun yanında İsrail nükleer olmayan EMP silahları geliştirmiş olabilir. İsrail bunun yanında düşman zırhlı birliklerini durdurmak için nötron bombası geliştirmiş olabilir. Küçük bir patlamanın ardından meydana gelen kuvvetli nötron ışıması zırhlı araç personelinin kısa sürede araç içerisinde ölmesine sebep olabilir.
İsrail nükleer silahlar konusunda sürdürdüğü “belirsizlik” politikası bir bakıma biyolojik ve kimyasal silahlar için de geçerlidir. İsrail Biyolojik Silahların Önlenmesi Anlaşması’nı da imzalamamıştır, Kimyasal Silahların Önlenmesi Anlaşması’nı ise imzalamış ancak onaylamamıştır. Dünya klasmanında kimya sanayisine, ilaç sanayisine, genetik alanında uzmanlaşmış biyoteknoloji firmalarına sahip olan İsrail’in istenildiği takdirde aylar içerisinde kimyasal ve biyolojik silah geliştirme olanağı vardır. Ortaya atılan iddialar olsa da İsrail’in kimyasal ve biyolojik silah yaptığına dair kesin bir kanıt yoktur. Ness Ziona’da bulunan Israeli Institute for Biological Research (IIBR) dünyada patojen bakteri/viruslar üzerine araştırma yapan en önemli merkezlerden biri olarak gösterilmektedir. Bu merkezin biyolojik silah üretme yeteneğinin olduğu da iddia edilmektedir.
Sonuçta İsrail, gerek İsrail dışında elde ettiği teknik destek, gerekse üniversiteleri, araştırma enstitüleri ve gelişmiş kamu-özel savunma sistem üreticileri sayesinde önemli stratejik yetenekler elde etmiştir. İsrail’in nükleer, biyolojik ve kimyasal silah kabiliyetleri bulunduğu su götürmez bir gerçektir; ki bu kabiliyetler İsrail’i Ortadoğu’daki en caydırıcı ülke yapmaktadır. Böylelikle stratejik derinlikten yoksun olan bir ülke yaşama şansını büyük ölçüde elde ettiği gibi, Ortadoğu’da önemli bir aktör olarak da ortaya çıkmaktadır. Bölgesinde son yıllarda etkin olmaya çalışan Türkiye’nin, İsrail’in stratejik silah kabiliyetlerini yakından izlemesi gerekmektedir. Bölgenin mevcut politik durumu göz önüne alındığında Türkiye’nin nükleer silahsız Ortadoğu söyleminin gerçekleşme olasılığı düşük görülmektedir. Bu yüzdendir ki Türkiye’nin İsrail’in bu kabiliyetlerine yönelik uzun vadeli kararlar alması gerekmektedir.
*Ömer Çay Ekopolitik araştırmacısı olup savunma ve güvenlik temelli çalışmalarını sürdürmektedir.